DANIŞMANLIK MI, KOÇLUK MU, BEN KENDİM YAPARIM MI?
Bu iki yemeği aynı iştahla yer misiniz? Ya da aynı parayı verip satın alır mısınız? Peki konu şirketlerinizdeki dönüşüm projeleri olduğunda neden tercihinizi 2. tabaktan yana kullanıyorsunuz? Daha pahalıya malolmasına ve daha zahmetli olmasına rağmen neden çoğu şirketin elinde 2. Tabak var?
Popüler şef Arda Türkmen’i duymuş olduğunuzu düşünüyorum. Bu görüntüler onun yürüttüğü “Omuz Omuza” programından. Programda aynı ekipmanla, aynı şekilde düzenlenmiş tıpatıp aynı simetrik 2 mutfakta aynı malzeme ve tarifle Arda Türkmen ve konuğu aynı yemeği yapıyorlar. Tek koşul konuk Arda’nın nasıl çalıştığına bakamıyor sadece tarifi dinliyor ve Arda da genelde konuğuna müdahale etmiyor. Sonuç aynı olmuyor. Tahmin edeceğiniz gibi Arda Türkmen 1. tabağı hazırlarken, konuğu 2. tabağı hazırlamayı başarıyor. Konuğun da bu kadar başarılı bir yemek yapması için süreçte ne eksik olabilir?
Arzu ederseniz program videosunun tamamını yazıyı okuduktan sonra keyifle izleyebilirsiniz, linkini sonda vereceğim.
Bu eğlenceli yemek programında ortaya çıkan yanlışlıklar ve telaş programın eğlence temasını oluşturuyor, ancak bu olgular iş hayatında bizi o kadar da güldürmüyor.
Çoğu işletme kendi dönüşüm yolculuğunu el yordamı ile bulma eğiliminde, hatta çoğunlukla danışmanlık bile almadan sonuca ulaşabileceğini düşünüyor, evet sizinki bu konuda başarıya ulaşmış istisna kurumlardan ve sizin tabağınız en azından gönüllerin birincisi, ben kalan %99.9’dan bahsediyorum. Bu vakada Arda Türkmen “Danışman” statüsünde sürekli bilgi ve tarif verdiği halde başarılı sonuç için yeterli olmuyor.
Yönetime; belki dışardan alınacak uzman desteğinin maliyeti çok geliyor belki de dönüşüm çok kolay görünüyor. Bazen “sana güveniyoruz, sen halledersin” diyerek bütün yük yetenekli görülen bir ara yöneticinin üzerine biniyor bazen de bu ara yönetcinin “ben yaparım” egosu uzman yardımı talebine engel oluyor.
Kimi işletmede de “siz otonom ekipsiniz” demeyle otonom ekip olunuyor sanılıyor.
Sonuçta dönüşüm olmuyor mu? Oluyor. Siz Arda Türkmen’in tabağını hayal ederken önünüzde diğer tabağı buluyorsunuz, arada ziyan olan malzeme, yanan eller, kirlenen mutfak, baskı, stres ve genellikle geciken yemekle açlık krizleri de yan kazançlar olarak cebinize giriyor. Sonuçta karnınız yine doyuyor, çok şükür.
İşletmelerde, çoğunlukla lider ruhlu bir yönetici biraz araştırma yapıp yeni bir yönetim sistemine geçiş talimatı veriyor ya da global merkezden gelen bir değişim dalgası yerel işletmeyi de etkisi altına alıyor. “Bütçe”nin yettiği sayıda çalışana eğitimler aldırılıyor, sonra bilenler bilmeyenlere bildikleri kadarını anlatıyor. Her aktarmada bilgi biraz daha küçülüyor. Bazen “maalesef biz o sistemi denedik ama bizde işlemedi, bize uygun değil” oluyor ve işin ucu eski sistem kara düzene dönmeye kadar gidiyor. Bu üzerinde konuşmak bile istemediğim en kötüsü. İyi kötü yiyecek bir tabağımız olduğunu kabul etmek istiyorum ve bu varsayım üzerinden devam ediyorum.
Değişim zor iş. Kendinizden ele alın, kaç kere diyet yapmaya karar verdiniz ve kaç kere diyeti bozdunuz. Mantıken gereğine inanmanıza ve ne yapılması gerektiğini bilmenize rağmen yeme alışkanlıklarınızı değiştirebildiniz mi? Bu konuda kitaplar, videolar ve birçok kaynak olduğu halde neden hala diyetisyenler zayıflama sürecinde bu kadar etkililer. Daha kendimizi değiştiremezken bir grubun çalışma şeklini değiştirmeyi bu kadar küçümsememiz nedendir?
Bir de bu programı şu şekilde hayal edin; konuk Gupse Özay, istediği zaman Arda’nın yemek yapışına bakabiliyor, Arda hatalı gidişatı fark ettiğinde, müdahale edebiliyor, işi yaparken püf noktalarını aktarıyor, bir hata olduğunda düzeltmesine yardımcı oluyor ve stresten elinin ayağının dolaşmasına bildiğini de unutup daha çok hata yapmasına engel oluyor. Hatta bu konfor ortamında Gupse de kendi damak zevkine göre, başka deyişle şirket kültürü ve sektör ihtiyaçlarına göre yaratıcı önerilerde bulunuyor ve birlikte değerlendiriyorlar. Sonuç mükemmel olmaz mıydı? Belki ilk seferde Arda’nınki kadar iyi olmazdı sonuç, ama birkaç seferden sonra, Gupse, kendi “şef dokunuşunu” yaratabilirdi. Bu şekilde, Gupse, mentoru Arda’dan, yılların deneyimine dayanan bilgi birikimini en damıtılmış hali ile alırken hem yemeği yapmayı hem de destek olmayı öğrendiği için kendinden sonraki ekiplere rahatlıkla mentorluk yapabilir dönüşümü misli ile büyütüp kolaylaştırabilirdi. Çevik işletmeler de aynen bu şekilde önce uzmanlardan kapsamlı eğitimler, dönüşüm sürecinde koçluk ve mentorluk alıyorlar, ortaya çıkan olaylar karşısında düşünce şekillerini, çözüm odaklı yaklaşımları öğreniyorlar ve bu arada kendi koçlarını ve mentorlarını yetiştiriyorlar. Deneyimler geliştikçe kendi kurum içi akademilerini ve koçluk sistemlerini kuruyor ve değişimi sağlıklı bir şekilde içselleştiriyorlar. Hatta kendi kurumlarına uygun menülerini oluşturuyorlar.
Hangi tabağı tercih edeceği dönüşüme niyetlenen üst yönetimin kararı.
Benim söyleyebileceğim Gupse Özay’ın artık hayatta rüzgar gülü yapmayı unutmayacağı ve kimsenin bu konuda hata yapmasına da izin vermeyeceğidir. Neden mi? Onu da videoda görün.
Şimdi arzu ederseniz videonun tamamını keyifle izleyebilirsiniz. İyi eğlenceler.