Güzel günler yaklaşıyor. Hepimiz Pandemi sürecinin zor kısmını atlattığımız konusunda hem fikiriz. Ne zaman biter bilmiyorum, bu bize bağlı, iyileşen sayısı hastalanan sayısının üzerine çıktı, bu sağlık sisteminin başarısı. Hastalanan sayısını sıfıra indirmek ise halk olarak bizim başarımız olacak ve bunu ne kadar çabuk başarırsak yeni normal de o kadar çabuk başlayacak. Zaman hedefine takılmanın ne kadar öldürücü olabileceğini Stockdale Paradox’u ile ilgili yazımda yazmıştım, 30 Nisan hedefinde beklenenleri bulamayanlar benzer hayal kırıklığı ve yıkımı yaşadılar bile. Ben zaman hedefinden bahsetmeden yeni normal ve dönüşüm sürecinden bahsetmek istiyorum. Hazır mısınız? Yoksa…Yeni normale geçmek de bir değişimdir ve değişim stres yaratır bu değişim konusunda stresli misiniz? Ya da bi-haber kalma tercihinizi mi kullanıyorsunuz?
İlk CORONA vakası 1 Aralık 2019 başında Çin’de görülmüştü. Mart ortasında Türkiye’de görülüp kısıtlamalar başlayana kadar geçen 3,5 aya yakın sürede şirketler olarak yapabileceğimiz birçok şey varken teğet geçmesini ümit ettik, Avrupa karmakarışık iken birçok Türk şirketi izlemeyi tercih etti. Şimdi yeni normale geçiş için bu kadar uzun zamanın olmadığını ümit ediyorum. O nedenle bi-haber kalma tercihini kullananlar bu yazının kapsamı dışındalar, ben vakitlerini hiç almayayım.
“Hazır” olanları da “emin misiniz?” diyerek işlerinin başına uğurlayayım.
Ben stresi içlerinde hissedenlerle kalmak istiyorum. Çünkü bence çok haklısınız.
Değişimle ilgili hep tatil örneğini veririm, o bile stres yaratır; hava güzel olacak mı, kıyafetim yetecek mi, uygun olacak mı, uçağa yetişilecek mi, biletler, kimlikler evde kalacak mı gibi bir sürü deli soru beynimizde dolaşır. O nedenle tekrar söylüyorum stres duymakta sonuna kadar haklısınız. Çünkü dünyanın en güzel şeyi için bile olsa “DEĞİŞİM” stres yaratır.
Ben burada yeni normallerle ilgili ahkam kesip şöyle olacak böyle olacak demeyeceğim. Aslına bakarsanız bunu kimse tam olarak bilmiyor, çünkü yeni normal konusunda hem etkileyen hem de etkilenen taraftayız. Yeni normal biz ne yaparsak öyle olacak.
Covid’den ağzı yanan şirketler yeni normali bunun ışığında tasarlıyorlar; bu konuda inşaat sektöründe çalışırken, kökleri 1800’lere dayanan dünya devi bir bankaya yaptığımız bir projeden bahsetmek istiyorum: Bu banka, deprem riskine karşı, İstanbul’da şehrin kolay ulaşılabilir bir noktasında, olası bir deprem sonrası hizmetlerin aksamaması için bir “afet merkezi” kurdurmuştu. Proje yönetimini üstlendiğimiz minik tam teşekküllü banka binası; 24 saat açık, başına oturup çalışılmaya hazır çevirimiçi bilgisayarları ve güncel veri merkezi yedeği ile yıllarca sessiz sessiz depremin gelmesini bekledi. Geçen yıllar içinde İstanbul’da deprem olmadı ama bu dünya devinin finansal gücünde depremler oldu iflaslardan döndü, o bina da kapısı bile açılmadan kentsel dönüşüme girdi. Bugün deprem olsa dahi son derece sıkışık yerleştirilmiş oturma düzeni zaten sosyal mesafe şartını karşılayamayacak ve kullanılamayacaktı. O zamanki korku depremdi, yeni normal depreme hazırlıklı olmaktı, bugünkü COVID-19, yarın ne olacağını biliyor muyuz?
Peki o zaman yeni normali neye göre tasarlayacağız?
Yeni normal dijital mi? Belki öyle belki değil, kim biliyor bir uzay cisminin dünyayı manyetik alanına almayacağını ve internet sistemini alt üst etmeyeceğini? Abartı mı buldunuz? İnşallah öyledir.
Yeni normal evden çalışmak mı? Belki öyledir, belki değildir. Şirket yönetimi açısından birçok finansal avantajı olmasına rağmen 3-5 ay sonra evden çalışmanın insan psikolojisini alt üst etmesi nedeni ile şirketlerin mali performanslarının kötü yönde etkilenmeyeceğini bilmiyoruz. Çünkü işlerimiz bizim aynı zamanda ürünle bağ kurduğumuz, sosyalleştiğimiz, taktir ve kabul gördüğümüz, hatta eşimizi dostumuzu bulduğumuz bir ortam. Endüstri Sosyolojisi alanında bunu ispatlayan birçok araştırma var. Yabancılaşan ve yalnızlaşan toplum eş-dost bulmak için çığ gibi büyüyecek çöp çatan sitelerine muhtaç kalabilir. Tabi bunu bir X nesli üyesi olarak söylüyorum, dijitale doğanlarda durumun ne olacağının araştırılması gerekir.
Şimdi yeni normalle ilgili kesin doğru kısma geldik:
Değişim talebi dışardan geldiğinde uyum sağlamak mecburidir. Sorumluluk almak yerine kararlara uyan kurban rolü üstlenmek nispeten daha kolaydır. Üstelik bu durum nasılsa geçicidir. Bütün bunlar şirket yöneticilerine karşı tepkiyi de azaltır. Günahı atacak ortak düşman, COVID-19’dur ve yasaklarla, kurallarla siyasi otoriteler değişimin sorumluluğunu üstlenir.
Ya “yeni normal”e dönüş nasıl olacak? Bazı işletmeler, madem evden de oldu böyle devam edelim diyor, zorunlu izin kullandıran bazı işletmeler ise işi daha da ileri götürüp bu kadar adamla da iş yürüyormuş diye düşünüyor.
Ramazan ayı içindeyiz, bir çoğumuz 1 ay boyunca oruç tutuyor, hatta 3 ayları tutanlar da var, ama hiç kimse bu böyle de oluyormuş deyip bundan sonraki hayatını oruç tutarak geçirmiyor. Ama ramazanı iyiye doğru değişim için fırsat olarak kullanan akıllı insanlar da var; mesela nasılsa gündüz sigara içemiyorum bu kadar katlanmışken kurtulayım deyip ramazanı sigarayı bırakmak için fırsat olarak kullananlar buna örnek. Benim babam da günde 3 pakete yakın içerken 35 yıl önce bu hamleyi yapan akıllılardan biri, oradan biliyorum.
O zaman yeni normali tasarlarken bu “geçici süreç”te ne yapabildiğimize değil neyin kazanım ve devam etmeye değer olduğuna bakmak gerek. Peki nasıl?
Bakın burası çok önemli, yoksa kendimiz çalar kendimiz oynarız.
Yeni normal zorunlu ve arızi bir durum değil. Kararlarda işletmelerin sorumluluk almasını gerektiriyor. Daha önce Değişime Motivasyon Mümkün başlıklı yazımda, yine endüstri sosyolojisi alanında yapılan bir deneyden bahsetmiştim. Bu deneyde değişim karşısında çalışan performansındaki düşüşün önüne geçmek için endüstri sosyologlarından yardım isteyen işletme sahipleri, değişim sırasında çalışanların görüşleri alındığında performansın düşmek yerine arttığını görmüşlerdi. Üstelik fikirlerine değer verildiğini hissettikleri ve izlenecek yol kendi fikirleri olduğu için çalışanlar daha zorlu bir değişim ortaya çıksa dahi taahhütlerinin arkasında durmuş yüksek performansla sürecin üstesinden gelmişlerdi.
Eğer yeni bir normale geçilecekse bu müşteri ile olduğu kadar çalışanla da birlikte tasarlanması gereken süreç.
Pandemi sürecinde bir anda aşırı büyüyen ya da bir anda küçülen işletmeler önce müşterinin değişen ve normalleşme sürecinde 2 ileri 1 geri değişmeye devam edecek olan müşteri taleplerine göre evrilecek. Demek ki önce hep beraber hatta müşteriyi de sürece dahil ederek sunacağımız hizmeti tasarlayacağız, sonra işi nasıl yapacağınızı bu sefer de çalışanlarımızla birlikte tekrar tasarlayacağız. Pandemi sonrası aynı işi yapacağınızı düşünerek sahalara dönmek ve bunu sadece uzaktan çalışma ve dijitalleşme pratiği olarak görmek çok büyük yanılgı olur.
Pandemi sürecine hızlı adapte olan firmaların başarılarının sebebi dijital olmalarından çok çevik olmaları. Çevik derken biraz açmakta fayda var: yetkinin tabana dağıldığı ve otonominin ön plana çıktığı, personel saatinden çok takımın ürettiklerinin takip edildiği, değişken rekabet ve müşteri ihtiyacına odaklı, etkileşim, iletişim ve üretilen değeri ön plana çıkaran firmalar oldukları için çabuk adapte oldular. Yarın aydan veya çölden çalışıyoruz ya da ofise dönüyoruz dense yine aynı çevik organizasyonlar büyük kazanımlarla en hızlı adapte olanlar olacaklar.
Yeni normal dijital veya evden çalışmak değil yeni normal esneklik, çeviklik, otonomi ve desantralizasyon, çünkü bu kadar çok değişkeni oturduğumuz koltuktan yönetemeyiz, takımlarımız kadar gözümüz kulağımız ve beynimiz olduğunda yeni normaller gelir gider biz kalırız.
Değişimden sosyal ihtiyaçlarımızı tatmin olarak, süreçlerdeki kazanımlarımız arasından doğru seçimleri yaparak ve müşteri ile birlikte tüm takımın da görüşleri alınarak çıktığımızda dengeli yeni normallere kavuşuruz.
Yeni normalin ne olduğundan çok nasıl olduğu önemli hem de çok önemli ancak o şekilde yeni hayatımızda sık sık değişecek yeni normallere en az hasarla geçebiliriz. Çünkü artık yeni normal değişimin ta kendisi.
Yeni normal çeviklik olacak çünkü sadece çevik onlar hayatta kalacak.
Hepimize kolay gelsin.